ONLAR…
2020’nin başlarıydı, o zamanlar şaka gibiydi.
Çin’de bir hastalık çıkacak, bırak Türkiye’yi dünyayı esir alacaktı.
Olacak iş değildi.
Kimseler bilmiyordu henüz hastalığın boyutunun
nerelere ulaşacağını.
Bilim kurulunun bilinmediği, profesör isimlerinin
ezberlenmediği günlerdi.
Maske ve dezenfektan alana gülündüğü zamanlar.
Aynı zamanda bir yerlerde toplantı üstüne
toplantı yapılıyordu.
Üç temel prensip üzerine inşa ediliyordu
öngörü.
Endişeye sevk etme, tedbirlerini al, aksiyon
planını hazır tut.
Kimseler duymadan, duymayı bırak akıllarına
düşmeden ilk hamle yapıldı.
Henüz 27 Şubat’tı talimat verildi: “İnsani
kullanım için anti bakteriyel el dezenfektanı, donanım temizliği için batikon
ve personel için maskeyle eldiven alınsın. Birimlere dağıtırken, panik
oluşturacak şekilde abartılmasın ama virüs Türkiye’ye gelirse tedbirli olunsun.
Sessizce…”
Aynen böyleydi mesajı.
Maskeler alındı, dezenfektanlar sessizce
kurumun her yerine konuldu.
Sonra hızlandı dünyanın dönüşü.
Hızlı akmaya başladı zaman.
27 Şubat’taki talimatın haklılığı 11 Mart’ta
Türkiye’de ilk vaka çıkınca anlaşıldı.
Sonra o toplantılarda planlananlar birer birer
hayata geçirilmeye başlandı.
Sayaç okumaya, fatura çıkarmaya ara veren ilk
su kanal idaresi olundu.
Ardından bütün tedbirler birer birer hayata
geçirildi.
Bilim insanları hijyen hijyen diye feryat
ederken borcu için suyu kesmek, borcundan dolayı kapalı sayaçlara kayıtsız
kalmak olur muydu?
Onun da kararını alıp Türkiye’ye örnek olmak
yine o hazırlıklı bekleyişin sonucuydu.
Kartlı sayacın mı var? Sen bir telefon et
yeter. Biz parasını sonra almak üzere gelir evinde yükleriz suyunu dendi.
İnsanlar işsiz kalmış evden çıkamaz hale
gelmişken su borcunun peşinden koşamayacaklardı tamam ama ya faiz? Eh o kararı
da almak yine onlara yakışırdı.
Sokağa çıkma yasağı gelir mi?
Şehir hastanesindeki dayımın teyzesinin
oğlunun arkadaşı demiş ki diye konuşmalar yapılırken, üst düzey yöneticiler 7
gün 24 saat esasıyla göreve başlatıldı. Kriz merkezi oluşturuldu.
Artık üst yönetim Kurum’da yatıp kalkmaya
başlamıştı.
Çalışma şartları değiştirildi.
Kronik rahatsızlığı, küçük çocuğu olan işe
gelmesin dendi ama sayaç okuma yapanlara yeni görev verildi.
Onlar artık fatura değil “sevgi” taşıyacaktı.
Gece demeden gündüz demeden erzak dağıtmaya başladılar.
Dün şu kadar borcunuz var demek için
gittikleri evlere bu defa bir erzak kolisiyle gittiler.
Kimileri onlar için su faturanızı “militanlar”
getirecek demişti.
Oysa onlar köy demeden, gecekondu demeden
iftara bir ailenin kursağına gidecek lokmada payımız olur mu telaşına düşmüş,
dar gelirli iyi niyetli çalışanlardı sadece.
Dezenfektan üretip dağıttılar.
Hazır sokağa çıkma yasağı var, o halde
insanlar evde kalsın biz çalışalım deyip, sokaklarda onlarca sorun giderdiler.
Herkes izole hayatlarına çekilmişken onlar, her gün yüzlerce kişiyle muhatap
oldular.
Televizyonda survivor yarışmaları sürerken, onlar
survivor izleyemediler ama kendileri olmaya soyundular.
Abone yaptılar, arıza giderdiler, su
baskınları için, susuz köyler için hat döşediler.
Onlar da can taşıyordu elbet.
Onlar da her insan gibi korktular.
Kimi eve gitmedi, kriz merkezini mesken tuttu,
3 yaşındaki Ali Kerem’e zarar gelmesin diye.
Kimi anneydi. Zaten çocuklarını annesine
bırakmak zorundaydı. Kendisi akşama kadar onlarca personelin arasında dolaşıp
üstüne bir de atık su tesisinde durmuşken huzurla evine nasıl gidecekti?
Korktular evet.
Ama sorumlu oldukları sadece bir Ali Kerem
yoktu ki?
6 milyon Ankaralının derdiyle dertlendiler.
Sadece işlerini yapmadılar.
“Su Ver”
dediler. Ankaralının yardımsever kalplerinde karşılık buldular.
Kampanya başlatmakla yetinmeyip, kısıtlı
bütçelerinden, evlerinin rızkından kısıp 400 bin liradan fazla para topladılar.
Bir mağdur hemşerimizin yarasına merhem olur
muyuz diye kıvrandılar.
Bu zor günler fedakarlıkla aşılacaktı.
Tekrar faturalar okunmaya başlandığında
isyanlar, feryatlar yükselirken bu defa telefonun ucuna geçtiler. Uzun uzun
anlattılar. Günde bin iki yüz kişiyle, her biriyle ortalama 15 dakika, bıkmadan
usanmadan kızmadan konuştular. Sorunları çözmek, soruları yanıtlamaktı bu defa
rolleri.
Su borçları yüklü gelmişti, vatandaş zordaydı.
O halde taksitle bari ödeyebilmeliydiler. Hemen karar alındı.
Aylardır bekleyen vatandaş, bir de itirazlar
taksitler için gelince bu defa uzun kuyruklar oluştu. Aralarına provokatörler
karıştı.
Hiç kızmadılar. Hiç yorulmadılar.
Biz aylardır kendimizi ve ailemizi riske atıp
size hizmet için çalışıyoruz demediler.
Bir tepsiye bardak bardak su koydular, içiniz
yanmıştır diye sıra bekleyenlere sevgiyle uzattılar.
Polatlılı Hatice… Abone işleri personeli.
Yüksek ateşle kaldırıldığı hastanede Kovid
pozitif tanısı aldı.
Birlikte görev yaptığı Ramazan mı ona, yoksa o mu Ramazan’a bulaştırmıştı hastalığı
bilinmez ama bilinen o ki; Atık su’da Fahrettin, Projede Nilay, Stratejide
Mehmet...
Hastaneye yattıkları güne kadar ortak tasaları
Ankara’ydı.
Belki işlerini yaparken onlarca Ankaralıya
hizmet vermeye çalışırken kaptılar hastalığı.
Ama bir gün bile, rapor alalım, izin alalım,
kaytarıp kendimizi koruyalım demediler.
Musluklardan tertemiz su aksın dediler.
Kimse susuz kalmasın derdine düştüler.
Hijyen çok önemli, arıtma artık daha önemli
diyerek titizlendiler.
Hafta sonu birazcık dinlensek değil, hazır
herkes evdeyken kimseyi rahatsız etmeden daha fazla hat döşeyelimin peşinden
koştular.
Tedbirleri en titiz şekilde aldılar. Ama hizmetten
de geri durmadılar.
Kâh erzak getirmek için kâh sayacınızdaki
arıza için koşarak size geldiler.
Hasta oldular.
Yeni vaka sayılarında birer istatistik
oldular.
Onlar sadece birer ASKİ personeliyken, şimdi SU GİBİ AZİZ OLDULAR...
Cüneyt ÖZTÜRK
ASKİ - Genel Müdür Yardımcısı